Dün akşam saat 9:30 civarı koltuğa uzanmış, nerede uyumak üzereyken, kızımdan gelen yüksek frekanslı ağlama sesleri beni ayağa kaldırdı. Eşimle beraber, hafif bir tedirginlikle çocuğu susturmaya çalışıyoruz ama çabalar boşa. İnanın daha bir panik oluyorsunuz. O ufak, şirin yaratık size derdini anlatmaya çalışıyor ama anlayamıyorsunuz. İnsanın ilk çocuğu olunca ve tecrübesizlik yakanıza yapışınca yardım arıyorsunuz. O anda internette yakaladığımız bir bilgiyi uygulama ihtiyacı duyduk:
-"Fön makinesi sesi"
Hindistan' da arasam bulamam böyle bir ilacı. Fon makinesini açtığımız anda kızım sustu ve sesi dinlemeye başladı. Kapatıyoruz ağlıyor, açıyoruz susuyor. Öyle böyle derken kızım bu sesin eşliğinde uyudu. Konuyu doktorumuz şu şekilde yorumladı: " Bebeğimiz henüz ufak olduğu için kendini bazen anne karnında hissediyormuş. Anne karnında da alışveriş merkezindeki uğultuya benzer karmaşık sesler varmış. Fön makinesi sesi bebeğe anne karnındaymış gibi bir his uyandırıyor, kendini güvende hissediyor ve rahatlıyorlarmış." Ne kadar ilginç değilmi. Evde parmak ucuyla yürürken yaptığımız sakarlıklar sonucu çıkan bir sesle bebeğimiz çığlığı koparırken bu ses altında mışıl mışıl uyuyor. Eee Allah razı olsun bu fön makinesini icat eden arkadaş. Ama keşke elektriksiz çalışan bir ses yapsaymış. İster istemez ay sonunda gelecek elektrik faturasını şimdiden merak ediyorum...
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
15 Aralık 2010 Çarşamba
5 Kasım 2010 Cuma
Güzel Türkçemizi doğru kullanabiliyor muyuz?
Bugün bir arkadaşa cep telefonundan mesaj gönderirken hiçbirimizin dikkat etmediği, fakat önemli olduğunu düşündüğüm bir ayrıntı dikkatimi çekti:
-Kelimeleri doğru kullanmıyoruz!
Mesajda bir malzemeyi göndereceğimden bahsediyordum. " Sana bugün bir koli katalog göndercem.". İlk bakışta "ne var ki bu cümlede" diyebilirsiniz. Fakat cümlede geçen göndercem kelimesi çok yanlış bir kelime. Doğrusu " göndereceğim"dir. Bu sadece ufak bir örnek. "Bakcam", "etcem", "gitcem" v.b. bir sürü kelime sıralayabilirim size. Günlük konuşmalarımızda kısalttığımız kelimeleri yazıya döktüğümüzde oluşan kelime aşınmaları, güzel Türkçemizi o kadar yoğun bir erezyona uğratıyor ki bu dilimizin değişmesi anlamına geliyor.
İşin daha vahim boyutu, televizyonlarda, yurtdışında gördüğümüz dilimize yabancı kelimelerin reklam panolarında ve dilimizde kullanılmasıdır. Yaşadığımız çağda, teknolojinin gelişmesi ve küreselleşme bunu mecbur kılabilir. Fakat bu yabancı kelimelerin, daha dilimize yerleşmeden türkçe karşılıklarının bulunması, bu erezyonun önüne geçebilmemize yardımcı olacaktır.
Türk Dil Kurumu,1932 yılında Atatürk'ün talimatıyla bu amaçla kuruldu. Hatta Atatürk bu kuruma o kadar değer veriyordu ki, Türkiye İş Bankası' ndaki hisselerden elde edilen gelirin bir payın bu kuruma aktarılmasını vasiyet etmiştir. Bizim aklımıza mesaj yazarken gelen konuyu, Atatürk yıllar önce bizim için düşümmüş.
Hazır TDK' dan konu açılmışken dilime yeni kelimeler eklendiğinin müjdesini de vereyim size. İlk bakışta garip gelen kelimeler, kelime köküne inince mantıklı hale geliyor. İşte yeni kelimeler:
amblem - belirtke
anchorman - ana haber sun.
aspiratör - emmeç
banliyö - yörekent
bypass - köprüleme
billboard - duyurumluk
çip - yonga
dart - oklama
duayen - aksakal
ekspres - özel ulak
eküri - ahırdaş
gurme - tatbilir
happy hour - indirim saatleri
kapora - güvenmelik
klip - görümsetme
light - yeğni
lot - tutam
metroseksüel - bakımlı erkek
migren - yarım baş ağrısı
navigasyon - yolbul
ordövr - yemekaltı
panik - ürkü
prime time - altın saatler
raket - vuraç
reenkarnasyon - ruh göçü
self-servis - seçal
sürpriz - şaşırtı
terör - yıldırı
tirbuşon - burgu
tribün - sekilik
türbülans - burgaç
ultrason - yansılanım
voleybol - uçan top
zapping - geçgeç
Uzun sözü kısası, türkçemizi doğru kullanalım, mesajlarımızı doğru yazalım :)
-Kelimeleri doğru kullanmıyoruz!
Mesajda bir malzemeyi göndereceğimden bahsediyordum. " Sana bugün bir koli katalog göndercem.". İlk bakışta "ne var ki bu cümlede" diyebilirsiniz. Fakat cümlede geçen göndercem kelimesi çok yanlış bir kelime. Doğrusu " göndereceğim"dir. Bu sadece ufak bir örnek. "Bakcam", "etcem", "gitcem" v.b. bir sürü kelime sıralayabilirim size. Günlük konuşmalarımızda kısalttığımız kelimeleri yazıya döktüğümüzde oluşan kelime aşınmaları, güzel Türkçemizi o kadar yoğun bir erezyona uğratıyor ki bu dilimizin değişmesi anlamına geliyor.
İşin daha vahim boyutu, televizyonlarda, yurtdışında gördüğümüz dilimize yabancı kelimelerin reklam panolarında ve dilimizde kullanılmasıdır. Yaşadığımız çağda, teknolojinin gelişmesi ve küreselleşme bunu mecbur kılabilir. Fakat bu yabancı kelimelerin, daha dilimize yerleşmeden türkçe karşılıklarının bulunması, bu erezyonun önüne geçebilmemize yardımcı olacaktır.
Türk Dil Kurumu,1932 yılında Atatürk'ün talimatıyla bu amaçla kuruldu. Hatta Atatürk bu kuruma o kadar değer veriyordu ki, Türkiye İş Bankası' ndaki hisselerden elde edilen gelirin bir payın bu kuruma aktarılmasını vasiyet etmiştir. Bizim aklımıza mesaj yazarken gelen konuyu, Atatürk yıllar önce bizim için düşümmüş.
Hazır TDK' dan konu açılmışken dilime yeni kelimeler eklendiğinin müjdesini de vereyim size. İlk bakışta garip gelen kelimeler, kelime köküne inince mantıklı hale geliyor. İşte yeni kelimeler:
amblem - belirtke
anchorman - ana haber sun.
aspiratör - emmeç
banliyö - yörekent
bypass - köprüleme
billboard - duyurumluk
çip - yonga
dart - oklama
duayen - aksakal
ekspres - özel ulak
eküri - ahırdaş
gurme - tatbilir
happy hour - indirim saatleri
kapora - güvenmelik
klip - görümsetme
light - yeğni
lot - tutam
metroseksüel - bakımlı erkek
migren - yarım baş ağrısı
navigasyon - yolbul
ordövr - yemekaltı
panik - ürkü
prime time - altın saatler
raket - vuraç
reenkarnasyon - ruh göçü
self-servis - seçal
sürpriz - şaşırtı
terör - yıldırı
tirbuşon - burgu
tribün - sekilik
türbülans - burgaç
ultrason - yansılanım
voleybol - uçan top
zapping - geçgeç
Uzun sözü kısası, türkçemizi doğru kullanalım, mesajlarımızı doğru yazalım :)
4 Kasım 2010 Perşembe
Cennetin kokusu bu mu?
Yıllar önce, evliliğin bana çok uzak bir kavram olduğunu düşünür, böyle bir düşünceyi aklımın ucundan bile geçirmezdim. Hatta arkadaş ortamında bu düşüncemi özellikle belirtir, evliliğin bana yakışmadığını, yapamayacağımı anlatırdım. Gel zaman, git zaman bu düşüncelerim ılımlaşmaya başladı. Ve sonunda, eşimi gördükten sonra durum kökten değişti ve evlilik yolundaki ilk adımlarımı attım. Bir kaç yıl sonra ise, aramıza ufak bir misafir katıldı. O geldiği gün baba olmanın duygusu inanılmazdı. O hissi anlatmak imkansız, tarifi olmayan bir duyguydu. İlk kucağıma aldığımda ise buram buram gelen o kokusu insanın başını döndürmeye bile yeterdi. Bir düşünün!.. Kucağına aldığınız, bakir, günahsız, zayıf, muhtaç ve müthiş bir ten kokusuna sahip bir yaşam... İçimden "cennetin kokusu budur" düşüncesi geçti... Yaşayan bilir ancak bunu... Şimdi size soruyorum!!! "Cennetin kokusu" bu mudur?
1 mi, 2 mi, 3 mü olsun...
Geçen günlerde, bir öğle yemeğinde Hüsnü Bey ile aynı masadaydık ve farklı mevzular hakkında muhabbet edip, keyifli bir vakit geçiriyorduk. Bu esnada belkide senede bir kez farkedebileceğimiz farklı bir konu karşımıza çıktı. Hüsnü Bey' in teorisi ilginçti:
-" Bence isimler 2 heceli olmalı".
Durup dururken nereden çıktı bu demeyin. Aslında çok mantıklı bir cevabı da vardı. Şöyle açıklamaya çalışalım:
Bir çocuğunuz var ve adı "Bekir" :) Gün geldi çattı ve Bekir' in doğum gününü kutlayacaksınız. Mumlar üzerinde pasta odaya gelirken hep bir ağızdan "İyi ki doğdun Bekir, İyi ki doğdun Bekir....." diye şarkılar söylersiniz ve o anınıza neşe katarsınız. Fakat çocuğunuzun adının "Berk" ve ya "Can" olduğunu düşünün.Burada şu şekilde seslenmemiz gerekecek:
-" İyi ki doğdun Caaan" ve ya " İyi ki doğdun Beeerk"
Ne kadar garip bir durum değil mi! Sanki ismi söylerken bu isme güfte katıyormuş hissi uyandırıyor. Taksim makamından bir eser gibi.
Ya da "Abdullah" olsun. Bu ismi söylerkenden hızlı okum yarışmasına katılır gibi bir durum söz konusu.
Uzun sözün kısası doğacak çocuğunuza hangi ismi koyacağınızı bilmem ama ben yeni doğan kızımın adını "ELA" koydum. Ne de olsa iki heceli ve güzel bir isim değil mi :)
-" Bence isimler 2 heceli olmalı".
Durup dururken nereden çıktı bu demeyin. Aslında çok mantıklı bir cevabı da vardı. Şöyle açıklamaya çalışalım:
Bir çocuğunuz var ve adı "Bekir" :) Gün geldi çattı ve Bekir' in doğum gününü kutlayacaksınız. Mumlar üzerinde pasta odaya gelirken hep bir ağızdan "İyi ki doğdun Bekir, İyi ki doğdun Bekir....." diye şarkılar söylersiniz ve o anınıza neşe katarsınız. Fakat çocuğunuzun adının "Berk" ve ya "Can" olduğunu düşünün.Burada şu şekilde seslenmemiz gerekecek:
-" İyi ki doğdun Caaan" ve ya " İyi ki doğdun Beeerk"
Ne kadar garip bir durum değil mi! Sanki ismi söylerken bu isme güfte katıyormuş hissi uyandırıyor. Taksim makamından bir eser gibi.
Ya da "Abdullah" olsun. Bu ismi söylerkenden hızlı okum yarışmasına katılır gibi bir durum söz konusu.
Uzun sözün kısası doğacak çocuğunuza hangi ismi koyacağınızı bilmem ama ben yeni doğan kızımın adını "ELA" koydum. Ne de olsa iki heceli ve güzel bir isim değil mi :)
3 Kasım 2010 Çarşamba
Hem Laik ve Hem Müslüman Olunur mu?
Son zamanlarda bir tartışma vardır uzayıp gidiyor. Tartışma konusu ise "hem müslüman, hem laik olunmaz". Aslında bu iki kavramın farklı kulvarlarda olduğunu anlamamak çokta güç değil. Müslüman, islam dinine mensup kişidir. Allah' ın varlığına ve birliğine inanır. Yani Tanrı ile kul arasında arasındaki bir dini duygudur. Laiklik ise, hepimizin bildiği gibi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Yani devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder.
Özetlersek müslümanlık, Tanrı ile kişi arasında, Laiklik ise devlet ile din arasındadır. Devletin dini olmaz, halkın dini olur. O zaman başta kullandığımız cümleyi şu şekilde kullanmak daha doğru olur kanısındayım. " Hem Laik devlet, hem müslüman halk olur."
Bakın size güzel bir örnek vereyim:
1- Halkı % 100 müslüman.
2- Cumhurbaşkanını halk, başbakanı parlemento seçiyor.
2- Cumhurbaşkanını halk, başbakanı parlemento seçiyor.
3- Nüfusu 9 milyon. Ülkede 35 üniversite, 80 kolej var. Her branşta eğitim veriyorlar. İlkokul birinci sınıftan, master veya doktoraya kadar tüm eğitim ücretsiz.
4- Aile planlaması yasası, 1956 yılında hazırlanmış.
5- Bu yasa gereğince her aile 3'ten fazla çocuk yapamıyor.
6- Resmi nikah, tek geçerli aile sistemi. İmam nikahlı ikinci eş yasalarla yasaklanmış.
7- Ülke, çevre değerlerini yasalarla kabul ettiğinden her yer tertemiz. Çünkü çevreyi kirletenler hapis cezası ile cezalandırılıyor.
8- Ülkede fakir yok.
9- 800 gr ekmeğin fiyatı 30 Kr.
9- 800 gr ekmeğin fiyatı 30 Kr.
10- Bir kg dana bifteği 13 TL.
11- Bu ziraat ülkesinin ihracat malları zeytinyağı, tahıllar, portakal, limon, ton balığı.
12- İthalat çok yüksek vergilere tabi.
13- Türban resmi daireler ve eğitim kurumlarında yasak ancak sosyal yaşamda serbest.
14- Her vatandaş, devletin tüm kurumlarına ve çalışanlarına büyük saygı duyuyor.
15- Turisti mutlu etmek için, golf sahaları, buz pateni salonları, turistik otelleri ve casino'ları mevcut.
16- Yılda bir kez ağaç festivali düzenleniyor. Her vatandaş bu festival sırasında bir ağaç dikiyor.
17- Yılda bir kez dağa tırmanma festivali düzenleniyor. Hemen hemen her ülkeden bu ülkedeki boynuz dağına tırmanmak için turistler akın ediyor.
18- Ülkede 60 milyon zeytin, 3.5 milyon portakal ve 800 bin adet limon ağacı var.
19- Kadınlar, yüksek tahsilli ve işgücünde yerlerini almışlar.
20- Din ve devlet işleri tamamen birbirinden ayrı. Tam bir laiklik abidesi.
21- Başkentin ana caddesinde kocaman posterde, bir kadın polisin 3 çocuklu bir hanımı trafikte yönlendirişi gözüküyor.
22- Bu posterin altında şöyle yazıyor: ''Ülkemizdeki işkadınları, sokak düzenimizi sağlamakta baş etkendir."
23- Her öğrencinin birinci lisanı Arapça, ikinci mecburi lisanı Fransızca. Bunun haricinde, isteyenlere 5 yıl İngilizce eğitimi veriliyor.
24-Ülkenin dış borcu gibi bir derdi yok
25- Her taraf çiçek, çimen ve ağaçlarla süslenmiş. Bunları koparan, yolan, sertifikasız ağaç budayan herkese hapis cezası veriliyor.
26- Yan sokaktan gelen araba olmadığından emin olan taksi şoförleri bile STOP yazılı levhada mutlaka duruyorlar.
27- Sokaklarda gezen bir tek başıboş kedi veya köpek yok.
28- Bir şoförün aylığı 400 dolar. Bunun dörtte birini kiraya veriyor. Ayrıca gelirinin en az % 12'si vergi ve sigortaya gidiyor; eşi de çalışıyor.
29- Buran n insanları ülkeleriyle gurur duyduklarını söylüyorlar.
30- Toplu taşıma tramvay, tren, dolmuş, otobüs, taksi ve feribotlarla yapılıyor.
31- Emeklilik yaşı 60 olarak belirlenmiş. Her vatandaş vergisini vermekle gurur duyuyor.
32- 60 bin kişilik üstü kapalı futbol stadyumları var.
33- Devlette hortumculuk varsa bile, şimdiye kadar hiç duyulmamış ve görülmemiş.
34- İthalattan çok yerli üretime önem veriliyor.
34- İthalattan çok yerli üretime önem veriliyor.
35- Kentlerdeki duvarlarda, sanatçıların yaptığı, bizde bazı çevrelerin ''müstehcen'' bulma ihtimali olan kadın resimleri yer alıyor.
36- Art dekor tarzı süslü mimariyi yansıtan eski binalar çok iyi korunmuş durumda.
37- Siyasette 4 parti var. Bu yıl yapılacak başkanlık seçimine 2 aday katılacak. Hükümette 24 bakan var.
38- Hafta sonu tatili cumartesi ve pazar günleri olarak kabul edilmiş.
39- "Bizim paramız dış ülkelerde geçerli olmadıkça kendimizi yeterince kalkınmış hissetmeyiz" diyorlar.
40- Halk sürekli çalışıyor ve üretiyor. Lüks ve ihtiras peşinde olan yok. Kazanç ''eşitlikçi'' bir biçimde paylaşılıyor. Bu apaçık belli oluyor.Belki de tahmin edemediniz bu ülkeyi. Bu ülkenin adı TUNUS. Evet yanlış okumadınız. Bu ülkenin efsanevi liderinin adı da Habib Burgiba. Ve kendisi ATATÜRK hayranıymış. Fazla söze gerek yok sanırım...
5 Ekim 2010 Salı
Bu "AVATAR" başka...
Geçenlerde internette sörf yaparken çok müthiş bir dalga yakaladım. Yanda resmini gördüğünüz grubun albümünü indirdim ve dinledim. Tarzları müthiş. "Melodical Dead Metal" tarzı. Yolculuk esnasında dinlenilirse müthiş zevk veriyor. Ofis ortamında dinlerseniz başağrısı yapabilir. O yüzden hareket halindeyken dinlemenizi öneriyorum. İsteyen arkadaşlar benden albümü alabilirler...
"Ne ka küfte, o ka ekmek..."
İstanbul dilinde herkesin bildiği bir deyim vardır: "Ne ka küfte, o ka ekmek"
Bazılarımız, hatta büyük bir çoğunluğumuz bu deyimi "ne kadar köfte, o kadar ekmek" olarak bilse de doğrusu "ne ka küfte, o ka ekmek" imiş.
Peki nereden çıkmış bu deyim?
İkinci dünya savaşı yıllarında ekmek karne ile satılıyormuş. Köfteciler de zorunlu olarak bu duruma ayak uydurmuş ve müşterilerini "ne ka küfte, o ka ekmek" diye uyarmışlar. Yani yediğin köfte kadar ekmek. Bir porsiyon köfte yersen çeyrek ekmek, bir buçuk prosiyon yersen yarım ekmek...
Umarım o günlere geri dönmeyiz...
Bazılarımız, hatta büyük bir çoğunluğumuz bu deyimi "ne kadar köfte, o kadar ekmek" olarak bilse de doğrusu "ne ka küfte, o ka ekmek" imiş.
Peki nereden çıkmış bu deyim?
İkinci dünya savaşı yıllarında ekmek karne ile satılıyormuş. Köfteciler de zorunlu olarak bu duruma ayak uydurmuş ve müşterilerini "ne ka küfte, o ka ekmek" diye uyarmışlar. Yani yediğin köfte kadar ekmek. Bir porsiyon köfte yersen çeyrek ekmek, bir buçuk prosiyon yersen yarım ekmek...
Umarım o günlere geri dönmeyiz...
4 Ekim 2010 Pazartesi
Sümenaltı etmek...
Sümen, Türk Dil Kurumu tarafından, üzerinde yazı yazmaya, arasında evrak saklamaya yarayan deri kaplı altlık olarak tanımlıdır.
Bilindiği gibi devlet dairelerinin resmi yazılara cevap vermemek gibi bir seçeneği yoktur. İster başka bir resmi kurumdan, ister özel kişi ya da kuruluşlardan gelmiş olsun, usulünce düzenlenmiş bir dosya evrak kayıda girdiği andan itibaren mutlaka işleme konmak ve belli bir sürede sonuçlandırılmak zorundadır. Ancak yine çok iyi bilindiği gibi bürokratlar, devletin âli çıkarlarına aykırı olduğunu düşündükleri (ya da basitçe işlerine gelmeyen) bir işi asla yapmazlar.
Bu durumda en pratik yol evrakı kaybetmektir. Gel gör ki kayıt edilerek resmiyet kazanmış bir evrak asla kaybolmaz, bu yanlış yer masanın üzerinde masumca duran sümenin altı olabileceği gibi, ilgisiz bir dosyanın arası, arşiv odasının dip köşesi, çay ocağında kesme şekerlerin durduğu raf da olabilir. Tüm bu yanlış yerler memur jargonunda sümen altıdır.
Aslında bu iş sadece devlet kurumunda olmuyor, özel sektörde de bazen sümen altı oluyor sanırım, ne dersiniz?
Bilindiği gibi devlet dairelerinin resmi yazılara cevap vermemek gibi bir seçeneği yoktur. İster başka bir resmi kurumdan, ister özel kişi ya da kuruluşlardan gelmiş olsun, usulünce düzenlenmiş bir dosya evrak kayıda girdiği andan itibaren mutlaka işleme konmak ve belli bir sürede sonuçlandırılmak zorundadır. Ancak yine çok iyi bilindiği gibi bürokratlar, devletin âli çıkarlarına aykırı olduğunu düşündükleri (ya da basitçe işlerine gelmeyen) bir işi asla yapmazlar.
Bu durumda en pratik yol evrakı kaybetmektir. Gel gör ki kayıt edilerek resmiyet kazanmış bir evrak asla kaybolmaz, bu yanlış yer masanın üzerinde masumca duran sümenin altı olabileceği gibi, ilgisiz bir dosyanın arası, arşiv odasının dip köşesi, çay ocağında kesme şekerlerin durduğu raf da olabilir. Tüm bu yanlış yerler memur jargonunda sümen altıdır.
Aslında bu iş sadece devlet kurumunda olmuyor, özel sektörde de bazen sümen altı oluyor sanırım, ne dersiniz?
30 Eylül 2010 Perşembe
herkese merhaba
Bu blog' u açma fikri çok ansızın oldu. Burada belli bir amaç doğrultusunda değil de her konuda fikrimi paylaşmak, içimden gelenleri dökmek, bilgi ve tecrübelerimi paylaşmak, yani o an için aklımdan ne geçiyorsa bunları yazıya aktarma düşüncesi ile bu sayfayı açtım. Umarım sizlerinde hoşuna gider ve kızağıma binmek istersiniz :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)